Kimdir: Hürriyet Gazetesi’nin “Edebiyatın Cumhurbaşkanı” lakaplı kültür ve sanat yazarı
1937 İstanbul doğumlu olan Hızlan, Pertevniyal Lisesi’nin bitirmiş ve üzerine hukuk eğitimi almıştır. Ülkedeki birçok edebiyat ödülünün jüri başkanı ve üyesi olan, önde gelen birçok gazetenin kültür-sanat yayınlarını yönetmiş Doğan Hızlan’ın 30’dan fazla yayınlanmış kitabı bulunmaktadır. 2012 senesinde, Antalya Atatürk Kültür Parkı içinde kendi adını taşıyan bir kütüphane açmıştır.
1. İstanbul’u 3 kelimeyle anlatacak olursanız, ne olurdu….
Tarih, manzara, nezaket
2. İstanbul’un fotoğrafını çekseydiniz, hangi kare olurdu?
Avrupa yakasından Üsküdar ve havalisinin fotoğrafı
3. İstanbul’dan silmek isteyeceğiniz birşey…
Elimde kocaman bir silgi ile, İstanbul’a gelenlerin İstanbul’un yaşama biçimine alışacaklarına tutup buraya getirdikleri, vurmak istedikleri ve maalesef de vurmakta başarılı oldukları keskin damgayı silmek isterdim. Ben kozmopolit İstanbul’u severim. Bir yere gittiğimde Ermenisini, Rumunu, Musevisini de görmek isterim, onların da yaşama biçimini, yerel düzenini görmek isterim. Kozmopolitlik zenginliği, çeşitliliği getirir. Şimdi Beyoğlu’na çıkıyorum, kozmopolit İstanbul’dan bir iz bulamıyorum: otların yokluğundan, pastane alışkanlıklarına kadar… Her semtin bir İstanbul damgası taşıdığı günleri elbette özlüyorum. İstanbul hep öyle kalacaktı demiyorum, bütün dünya şehirleri, başkentleri değişiyor, göçler, hayatın temposu, bütün bu değişimlerin nedeni. Ama her yerde eskinin izi olmalı. Dünya başkentlerine gidiyorsunuz, 40 senedir gittiğim yerde aynı kahveciyi, aynı binayı bulabiliyorum. İstanbul’da ise vahşi bir inşaat kampanyası ne yazık ki mimarların ve mimarinin düşmanı olarak şehri işgal ediyor. Birbirine benzeyen alışveriş merkezleri, aynı mağaza zincirleri, hepsi mimarlık açısından bir fecaat. Kültür başkenti denildi İstanbul’a, ne oldu? 5-10 kişi arasında devletin parası bölüşüldü. Ne bir opera salonu, ne bir kütüphane yapıldı. Şehir yaşamıyla, yemeğiyle, herşeyiyle kişiliksizleştiriliyor.
4. Nerelerde yürümeyi seversiniz?
Bu soruya cevap vermekte doğrusu biraz zorlanıyorum. Benim gibi yürümeyen bir adamın nerede yürüyeceği konusunda pek o kadar özel bir tercihi olamıyor. Yine de, İstiklal Caddesi’nde yürümek istiyorum zaman zaman, ama insanlar çarpa çarpa bedenim çürüyor orada da. Öte yandan ormanlık yerde de yürümeyi pek sevmiyorum. Hasılı, yürümeyi sevmediğim için yürünecek bir yolu da tayin edemiyorum.
5. İstanbul’un taşı toprağı neden altın?
Buraya göçün yanlış gerekçesi bu. Ama bizde sanayi ve ticaret özellikle İstanbul’da yoğunlaştığından, ot bitmeyen, sanayi olmayan yerlerden insanlar başka nereye gitsin? Bir umutla geliyor İstanbul’a, eski Türk filmlerinde olduğu gibi, Anadolu’dan göç ediyor, Haydarpaşa’yı umudun kapısı gibi görüyor. Bu şehrin taşının toprağının altın olmayıp, bir kalp para gibi olduğunu anladığında da çok geç oluyor, ömrü bitmiş oluyor. Çünkü İstanbul, taşrayı öğüten bir değirmendir.
6. Sizin İstanbul hikayeniz ne?
Her semtin ayrı bir özelliğinin yaşandığı bir hikaye benim İstanbul hikayem. Ama yok artık böyle birşey. Benim İstanbul hikayemde, tünelin başından İstiklal Caddesi’ne çıktığım yerde, nota satan, klasik müziğin seçkin, özel icralarını bulabileceğim dükkanların bulunduğu bir İstanbul var. İnsanların dökümhaneden çıkmış bir örnek yaratıklara benzemediği başka bir İstanbul orası.
Fotoğraf: Sebati Karakurt
Konuk Yazar Tuba Köseoğlu Okçu