Dolmabahçe’den Beşiktaş’a her ne hikmetse hep arabayla, hep bir yerlere yetişme koşuşturması içinde, korkunç bir trafiğin içinde geçmişimdir ve her geçişimde de “Resim Müzesi” okunu görmüş, bir gün buradan yürürsem gezeyim şu müzeyi demişimdir… İstanbul’da “hadi geçerken şuraya da uğrayayım” planının bir hülyadan öteye geçemediğini anladığımda, sonunda gizemli “Resim Müzesi” okunun götürdüğü yere özel bir ziyaret yapmaya karar verdim ve İstanbul’un en mucizevi müzesini keşfettim.
Mucizevi diyorum ısrarla, çünkü, o küçük “Resim Müzesi” yazan ok, adeta Alis’i Harikalar Diyarı’na çeken beyaz tavşan gibi, insanı Beşiktaş’ın o bitmek bilmez karmaşasından koparıyor; sadece şırıl şırıl su seslerinin duyulduğu, bembeyaz ördeklerin gezindiği, yemyeşil bir iç avluya yönlendiriyor… Müzeye girmeden önce burada adeta bir arınma sürecinden geçiyor insan…
Müze, esasen Dolmabahçe Sarayı’nın Veliahd Dairesi denen bölümünde ama Dolmabahçe Sarayı’nı gezenlerin çok azı buraya uğruyor, artık bilmediklerinden midir, ek ücrete tabi olmasından mıdır yoksa resimle ilgilenmemelerinden midir, orasını bilemem. Ama kalabalık olmaması çok daha iyi bence: gönlünüzce, itiştirme kakıştırma olmadan, rahat rahat gezebiliyorsunuz galerileri bu sayede.
11 ayrı salonda tematik olarak sergilenen ve 19. yüzyıl padişahlarının yaptırdığı ya da satın aldığı tablolardan oluşan müzenin içinde maalesef fotoğraf çekmek yasak. Ayaklara (neden olduğunu anlamak zor) galoş geçirerek içeri girmek gerekiyor. Sürekli “tablolara dokunmayın” ikazı yapılıyor, zaten tablolara fazla yaklaşırsanız uyarı sirenleri çalıyor ve işin daha ilginci ortalama 2-3 dakikada bir de uyarı sireni duyuluyor… Musée d’Orsay’de ya da National Gallery’de böyle bir ortam düşünemiyorum bile…. Ama bu garip uygulamalar bile gördüğünüz Ayvazovski, Zonaro, Osman Hamdi Bey, Şevket Dağ, İbrahim Çallı, Hoca Ali Rıza, Hikmet Onat ve daha nice ressamın tablolarının muhteşemliğine gölge düşüremiyor…
Havanın şöyle güneşli olduğu bir gün, özel bir programınız yoksa, derim ki, düşürün yolunuzu Beşiktaş’a, “Resim Müzesi” okunu izleyin, önce o vaha vari iç avluda çimlerde oturun keyif yapın, sonra da bu garip kurallı ama güzel müzeyi dolaşın, İstanbullu olmanın her gün daha az farkettiğimiz tadını doyasıya çıkartın…
Konuk Yazar Tuba köseoğlu Okçu