Bazen durup düşünürüm. En tatlı, en iyi, en etkileyici, en heyecan verici, en romantik, en acılı… İstanbul’un geçtiği şarkı hangisidir diye. Kimi zaman spesifik, yani, semt, ilçe, gibi yerlerle özdeşleşmiş şarkılar gelir aklıma, kimi zaman da İstanbul’un portreleri, sonbaharı, ada sahilleri… Saymakla bitmez, en azından serbest zihin akışı ile sıralamak kâfi olur mu dersiniz ?
Müzeyyen Senar’ın, boğazınızdan yağ gibi akan ama hafiften de yakan sesinden “Yine Bu Yıl Ada Sensiz”den kim vazgeçebilir ? Bu şarkıda bahsi geçen Büyükada’dır, zaten doğrudan “Ada” olarak ifade edilir. Bir yandan da “…dilde yalnız dolaştım…” der Müzeyyen Senar; ki “dil burnu” kastedilir… Bu güzide nihavend şarkının beste ve güftesi İstanbul/Bakırköy doğumlu, Ahmet Rasim torunu Osman Nihat Akın’a aittir. Osman Nihat Akın bu eseri kaybettiği eski bir dostunun vefatı ardından yazmış… İstanbul’un Ada’sında idik…
Münir Nurettin Selçuk’tan “Kalamış”a ne demeli…”Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne de kıştan/Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan”.
Güftesi Behçet Kemal Çağlar’a, bestesi Münir Nurettin’e ait yine bir başka nihavend şarkı daha. En sevdiğim Klasik Türk Musikisi makamlarından olan nihavend biraz İstanbul gibidir. Tüm eğlence, keyif ve verdiği heyecan içerisinde hüznü, acıyı bir yandan barındırır, bazen de çaktırmadan içinize sızdırır. “İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar ?” diye haykırırken Münir Nurettin Bey, siz Kalamış kıyılarında ve sokaklarında kendinizi kaybolmuş bulursunuz çoktan, gerçekten bir tatlı huzur bulursunuz. İstanbul’un Kalamissia’sı, yani Kalamış’ında idik…
Sahi, Teoman müziği bıraktı mı ? Neyse bırakmadığını bildiğimiz zamanlarda kendimizi de bildiysek; “İstanbul’da Sonbahar”ı dinlemişiz demektir. Hiç unutmuyorum, henüz İzmir’de ortaokul dönemimdeydim. Televizyonda ilk klibini izlediğim zaman, Galata Kulesi, Kız Kulesi, Boğaz, Haydarpaşa, Galata Köprüsü… Aklınıza gelebilecek simgeler sıra sıra kendine hayran bırakmıştı beni. Teoman’a hiçbir zaman ilgim ve hayranlığım olmadı, sanırım İstanbul’u o zamanlar sadece yaz ve kış aylarında görmenin verdiği bir itici güç bu şarkıyı sevmeme sebep olmuş olabilir. Ayrıca fakülte yıllarında Prof. Dr. Murat Özyüksel hocanın Feodalite ve Osmanlu Toplumu kitabını okurken öğreniyoruz ki; Teoman Bir Çiçek Yılı Sonra albümünde Orhan Veli şiiri olan Harbe Giden Sarı Saçlı Çocuk’u söylüyor… Hey gidi hey… İstanbul’da hazanı yaşadık…
İstanbul sadece içindekilere değil dışarıdakilere de kendini söyletmiştir.
Kayseri yöresine ait “Yarim İstanbul’u Mesken Mi Tuttun ?” uzakta, İstanbul’daki yâre yazılabilecek en anlamlı türkülerden biri değil midir ? Müziği, sözleri içinizi cız ettirir. İstanbul’a kaptırdığınız bir yarin, geri dönmeyeceğini artık bilir, kabul eder, kızsanız da elinizden bir şey gelmeyecek naçar bir durumda kalıverirsiniz… Aysun Gültekin bu hisleri verir…
Tabii ki “Yarim İstanbul”. Sezen’in sözlerinden, Fahir Atakoğlu’nun müziğinden ve Levent’in sesinden. Bu şarkı benim için, zamansız, dört mevsim, sabah, öğlen, ikindi, akşam, gece – beş vakit, minareler uzanmış gökyüzüne bağırır, dua gibi, ezberledim hasretini…Kanun’un yarattığı iç kıpırtısında alıp başınızı uzak diyarlara gidersiniz, hüzün gibi sevinç gibi eskitilmiş zamanlar, yarim İstanbul, gel öpeyim gerdanından… Daha da sözüm yok !
Dedim, duramadım, son söz; MFÖ’den “Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da” Kendi başınıza, gözlerinizi kapatıp dinleyin…Şarkının da sonunda diyor ya; “…şarkılarda düşünmek seni bana getirmez ki..” Bu bazen özlediğiniz, kaybettiğiniz, artık kavuşamayacağınızı bildiğiniz bir sevdiğiniz, yakınınız olur… Bazen terk ettiğiniz yerler, şehirler… İstanbul’da olmadığınız sürece bilin ki; şarkılarda düşünmek size onu geri getirmez…
P.S: Adını burada anamadığım; fakat yüreğimde minik minik yerleri olan her şarkının affına sığınırım. Nazan bana kızma, “Beyoğlu’na Götür Beni”. Hükümsüzdür.
Konuk Yazar Şenay Savut @shenoxy