Havadan, Sudan – II

…devam ediyor.

Buranın adı İstanbul.  

Neresinden bakarsam başka bir olağanüstü yönünü gördüğüm büyülü şehir. Tarihi ayrı, mitolojisi ayrı, kıyıları, insanı, mimarisi, coğrafyası ayrı hikayelerle dolu. 

Bakın Bayram Kılıç, 1984 yılında İstanbul İli ve Çevresinin İklim Özellikleri’nde nasıl anlatmış şehrin coğrafi olağanüstülüğünü: 

“Bölgenin iklim bakımından genel bir ortak özelliği, sirkülasyon bakı­mından çok hareketli bir saha olması, boğaz oluğunun hâkim rüzgâr istikame­tinde açılmış bulunması, çukur sahalarda durgun ve kirli havanın toplanması­nı engelleyen, drenajı kolaylaştıran ve hava kirliliğini büyük ölçüde azal­tan bir topoğrafyaya sahip olmasıdır.” 

Tüm plansız yapılaşmasına, ormanlarının kesilip, yüksek binalarla rüzgar koridorlarının kapatılmasına rağmen İstanbul rüzgarlarıyla anılan bir şehir.

Rüzgarların mahalli isimleri yıldız, poyraz, gündoğusu, keşişleme, kıble, lodos, günbatımı ve karayel. İstanbul’un hâkim rüzgârı ise kuzeydoğudan esen poyraz. 

Yine Bayram Kılıç’ın çalışmasından öğreniyoruz ki İstanbul Boğazı ve çevresi genel olarak Akdeniz ikliminin etkisi altındaymış. Genel olarak Akdeniz makroklima ti­pinin yayılma alanının kuzeyinde kalan İstanbul’da, bu iklim tipinde görülen yaz kuraklığı olmazmış ve yaz aylarında az çok yağış olurmuş. “İstanbul’un yaz aylarındaki sıcaklığı oldukça yüksek, yalnız zaman zaman yaz aylarında serin havalara rastlandığı gibi kış aylarında da yaz günlerini anımsatacak ılık günler yaşanmaktadır.” 

İstanbul’da yıl içinde bütün aylarda rüzgârın hızı birbirine yakındır. Fakat zaman zaman şehrin üzerinde kuvvetli rüzgâr hâkim olur. Yıldız, Poyraz ve Karayel daha çok Karadeniz kıyıları ve Boğaz’da etkili olurken, Lodos ise Marmara’da etkili olmaktadır. Güneybatı yönünden sıcak esen meşhur lodosu hem deniz ulaşımına hem de baş ağrılarımıza hükmetmesiyle zaten hepimiz iyi tanıyoruz. 

İklimler değişiyor.  

Koruyup kollamayı geçtim, zarar vermeyi bıraksak kendi dengesinde güle oynaya seyr-ü sefer edecek olan gezegenimizi kesip biçip, yakıp yıktıkça, o da yeniden dengesini bulmak için kafamıza vurdukça vuruyor. 

“İklim değişikliğinin temel göstergesi olan küresel sıcaklık artışı devam etmekte, buna bağlı olarak da tüm dünyada hava olayları sertleşmektedir. Ülkemiz genelinde hava sıcaklıkları yaz mevsiminde daha belirgin olmak üzere yıllara bağlı olarak artmaya devam etmektedir. Sıcaklık artışı beraberinde buharlaşmayı ve nem artışını da getirmektedir. Bu da son yıllarda şiddetli yağışlara neden olmaktadır. Ülkemizde meydana gelen can ve mal kaybına neden olan büyük ölçekli şiddetli yağışlar analiz edildiğinde; yağışların kısa süre daha etkili olduğu ve büyük miktarlar bıraktığı gözlemlenmiştir… Sonuç olarak; ekstrem yağışların görüldüğü alanlar genişlemektedir. Sadece Doğu Karadeniz ve Batı Akdeniz bölgelerindeki merkezlerin değil, İstanbul ve Ankara’nın da ekstrem yağış düşebilecek alanlara girdiği sonucunu ortaya çıkartmıştır.” 1 

27 Temmuz 2017’de camı çerçeveyi indiren, bir sürü kuşu, kediyi, köpeği telef eden dolu yağışı, ki yine fırtına takviminde 25 Temmuz’da iki günlük bir fırtına kayıtlı, çoğumuzun sandığının aksine İstanbul’un şimdiye kadar karşılaştığı en ağır hasarlı yağış değilmiş mesela. 

“İstanbul ve civarında 8-12 Eylül 2009 tarihleri arasında yaşanan sel afeti, 1957 Ankara ve 1995 İzmir sel afetlerinden sonra ülkemizde en fazla can kaybının yaşandığı sel afetleri arasında yer almıştır. Afet 32 can kaybı ile 3 bin 816 konut ve bin 490 işyerinin zarar görmesine neden olmuştur. Bölgedeki 24-saat yağış miktarları Silivri’de 128 mm ve Sarıyer’de 107 mm olarak kaydedilmiştir. Tüm Marmara Bölgesi için 4 günlük ortalama yağış miktarı ise 74.1 mm olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam Eylül ayı uzun yıllar ortalaması olarak belirlenen 36.3 mm’nin iki katıdır.” 2 

Sadece olağanüstü yağışları değil, binlerce yıllık tarihinde gerçekten olağanüstü kışları da olmuş İstanbul’un. 

  1. Bin otuzda su dondu 
  2. Üsküdar’a yol oldu 

Beyitinden anlaşıldığına göre 1030 yılında Boğaz donmuş. 1669 yılında Boğaz’ın bir kısmı ve Haliç, 16 Şubat 1755’te Haliç donmuş, Sütlüce’den Defterdar’a yürüyerek geçilmiş. 1823’te Haliç tamamen buz tutmuş, 9-10 Şubat 1862’de Haliç’in şimdiki iki köprü arası donmuş. 1878’de kıyılarda donma belirtileri görülmüş, 1928-29 ve 1953-54 kışlarında Karadeniz üzerinden gelen buz parçalarının Boğaz’ı doldurduğu görülmüştür. 

Bu iki bölümlük yazı içinde aralarda okuyacağınız bilimsel araştırmalardan edindiğim bilgilerle Sait Faik’in 1940’lar, 1950’lerden gelen satırlarını karşılaştırdığımda hikayeciliğinin yanında ne kadar keskin bir gözlemci olduğunu keşfetmek, kendisine karşı en üst seviyede olduğuna inandığım hayranlığımı daha da arttırdı. 

Esintisi bol, nemi ve sivrisineği az yazlar dilerim. 

Kaynakça 

1 İklim Değişiyor, Hava Olayları Sertleşiyor / Seyfullah Çelik, Erdoğan Bölük, Ali İhsan Akbaş, Aziz Deniz 

2 8-12 Eylül 2009 Tarihlerinde Marmara Bölgesi’nde Meydana Gelen Sel Olayının Yağış Analizi / Ali Ümran Kömüşcü, Seyfullah Çelik, Abdullah Ceylan, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Kalaba, Ankara 

İstanbul İli ve Çevresinin İklim Özellikleri /Bayram Kılıç, Ziraat Yüksek Mühendisi, Ankara 1984